Yazımızda örnek bir Danıştay kararı üzerinden katarakt ameliyatında doktorun sorumluluğu inceleme konusu yapılacaktır.
Hekimler ve yardımcı sağlık personelinin işledikleri iddia olunan, taksirle yaralama ve görevi ihmal suçlarının kapsamına, unsurlarına ve cezalarına ilişkin daha önceki yazılarımızda ayrıntılı bilgi verilmişti. Linkler üzerinden bu bilgilere erişim sağlanabilir.
Bu yazımızda ise konuya daha spesifik yaklaşılarak katarakt ameliyatında doktorun sorumluluğu emsal bir Danıştay kararı baz alınarak yargı makamlarının konuya bakış açısı aktarılmaya çalışılacaktır.
Katarakt Ameliyatında Doktorun Sorumluluğu Örnek Danıştay Kararı
Danıştay 15. Dairenin 2015/1377 sayılı kararı,
Dava; davalı idare bünyesinde faaliyet gösteren hastanesinin sunduğu sağlık hizmetini kusurlu yürüttüğü, bu sebeple görme kaybına uğranıldığı ileri sürülerek 28.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Bursa 2. İdare Mahkemesi; dava konusu olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle, olayda hizmet kusuru ve ihmal bulunmadığı, dolayısıyla idarenin tazmin yükümlülüğü olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafça, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku ilkeleri ve Dairemizin içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararın tazmini, idarenin hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının davalı idare bünyesinde faaliyet gösteren Tıp Fakültesi Hastanesi’nin Göz Hastalıkları Servisi’nde katarakt tespiti üzerine 20.06.2004 tarihinde ameliyat edildiği, yapılan ameliyatta göz içine 30 numaralı mercek yerleştirildiği ve 21.06.2004 tarihinde taburcu edildiği, görme duyusunun giderek azalması üzerine yaklaşık 7 ay sonra başvurduğu özel bir hastanede tekrar ameliyat edilerek daha önce yerleştirilen merceğin 25 numara olanı ile değiştirildiği ve görme duyusuna tekrar kavuştuğu, bu nedenle ilk yapılan ameliyatın tıp kurallarına uygun yapılmadığı bu nedenle davalı idarenin hizmet kusuru ve ihmali nedeniyle duydukları üzüntü karşılığı 28.000 TL manevi tazminat istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesi’nce, davacının tedavisinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış olmakla birlikte ortaya çıkan sonuç dosya içeriği ile birlikte değerlendirilmeden önce uyuşmazlığın çözümü açısından” Hatalı Tıbbi Uygulama ” kavramının açıklanması gerekmektedir.
Hatalı Tıbbi Uygulama (Malpraktis) ;
Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. maddesinde, tıbbi hata tanımlanmaktadır. Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması; tıbbi hata olarak tanımlanabilir. Bu noktada hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak sorumluluk ” kusura dayalı genel sorumluluk”tur. Hekimin hukuksal sorumluluğu bakımından ölçü; tecrübeli bir uzman hekim standardıdır. Hekim, objektif olarak olayların normal gelişimine ve subjektif olarak da kendi kişisel tecrübesine, kişisel yeteneğine, bireysel mesleki bilgisine, eğitiminin nitelik ve derecesine göre, hastanın sağlığında bir zarar gelmesini önceden görebilecek durumda olmalıdır. Bu halde karşımıza özen yükümlülüğü çıkmaktadır. Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali, üç alanda yoğunlaşmaktadır; birincisi, hastanın tedavisinde yani teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım alanındadır. İkincisi, hastanın aydınlatılması ve anamnez alınmasıdır. Üçüncüsü, klinik organizasyonu alanında (personelin niteliği, yeterli sayıda personel bulundurulması, hekimlerin birbiriyle işbirliği (Konsültasyon)dir. Bu üç alandaki kusuru, sırasıyla uygulama kusuru(tedavide hata), aydınlatma kusuru ve organizasyon kusuru olarak değerlendirmek mümkündür. Bu üç kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” (Malpraktis) adı verilmektedir.
Bu noktada tıbbi standart kavramına da açıklık getirilmesi gereklidir. Tıbbi standart kavramı ile, tıp ilminin genel olarak tanınıp kabul edilmiş meslek kuralları kastedilmektedir. Tıbbi standart ihlali değişik şekillerde gerçekleşebilir; teşhis, tedavi (endikasyonda eksiklik, yanlış tedavi yönteminin seçimi) ve müdahale sonrası bakım yönetimi bunlardan bazılarıdır.
Davaya konu olayla ilgili olarak, İdare Mahkemesi’ne sunulan Adli Tıp 2. İhtisas Kurulu’nun 28.8.2013 gün ve 6654 karar no’lu Raporunda davacının hastalık ve tadavisine ait gelişim süreci anlatıldıktan sonra özetle; ” Hastaya konulan sağ göz katarakt cerrahisi endikasyonu ve uygulanan fakoemülsifikasyon + IOL implantasyonu ameliyatının tıp kurallarına uygun olduğu, ameliyattan önce yapılan keratometrik ve biometrik ölçümlerle hastayı emetrop (gözlük kullanmayan) hale getirmek amaçlandığı halde, yapılan ölçümlerin kesin olmadığı, hata payı bulunduğu, hastanın diabetik olduğu, ileri derecedeki katarakt nedeniyle göz dibinin seçilemediği, var olan bir makula ödeminin ölçümü etkileyebileceği, ölçüm farklılığının bu durumdan etkilenebileceği cihetle, ameliyatı yapan ve sonrasında gerekli fotokoagülasyon işlemlerini uygulayan ilgili hekime atfı kabil kusur bulunmadığı …” şeklinde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.
…… Üniversitesi Hastanesi Göz Servisi tarafından düzenlenen davacıya ait hasta dosyası incelendiğinde; 17.06.2004 tarihinde sağ gözde görme azlığı nedeniyle muayenesinin yapıldığı, buna göre görmenin tashihle sağda 3 metreden parmak sayma mesafesinde, solda tam olduğu kaydedilmiş, ” sağ gözde katarakt ” tanısı konularak FAKO Emulsifikasyon ve arka kamara lens implantasyonunun önerildiği, biometrik ölçümde -1D kırılma kusuruna uygun olarak +30D arka kamara göz içi lensi tespit edilmiş ve 21.06.2004 tarihinde de lokal anestezi altında +30D göz içi lens implantasyonu yapıldığı ve 22.06.2004 günü önerilerle taburcu edildiği anlaşılmaktadır.
Davacının, 10.01.2005 tarihinde görme şikayetiyle bu defa özel bir sağlık kuruluşuna gittiği, burada yapılan fundus muayenesinde, non proliferatif diabetik retinopati ve hafif düzeyde makula ödemleri olduğu, iki göz arasındaki numara farkının gözlük kullanmasını ve net görmesini engellediği, sağ gözde yüksek miyopik bozukluk yaratan İOL’nin (göziçi lensi) değiştirilmesinin önerildiği ve 14.01.2005 tarihinde sağ gözdeki uygunsuz numaralı intraoküler lensin çıkarılarak, uygun numaralı PMMA intraoküler lensin arka kamaraya yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesi incelendiğinde, yapılan ikinci ameliyat sonrası görme duyusunun tekrar kazanıldığı, görme duyusunun yitirildiği zaman dilimi içinde çekilen acı ve ızdırap nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi kaybın tazmininin istenildiği anlaşılmaktadır.
Adli Tıp Kurumu tarafından sunulan raporun sonuç kısmı incelendiğinde; davalı idare bünyesinde sunulan sağlık hizmeti kapsamında lens yerleştirme operasyonu öncesi yapılan ölçümlerin hatalı olduğunun kabul edildiği, bu hatanın “hastanın diabetik oluşu, ileri derecedeki katarakt nedeniyle göz dibinin seçilememesi ve var olan bir makula ödeminin ölçümü etkileyebileceğinden ” kaynaklanabileceğinin ifade edildiği anlaşılmaktadır.
Davalı idare bünyesinde tutulan hasta kayıtları incelendiğinde, hastanın diabetik olduğuna ilişkin bilgiler bulunmadığı gibi ölçüm sonuçlarını doğrular başkaca testlerin de yapılmadığı anlaşılmaktadır. Hastaya ait Adli Tıp Kurumu nezdinde hazırlanan raporda belirtilen tespitlerin, hastayı ikinci kez ameliyat eden özel sağlık kuruluşunca tespit edildiği yine tutulan hasta dosyasından anlaşılmaktadır.
Bu durumda hastaya ilişkin ameliyat öncesi göz önüne alınması gereken bilgilerin(doğru anamnez) davalı idare bünyesinde sunulan sağlık hizmetinde dikkate alınmayıp, aynı hususların diğer bir sağlık kuruluşunda dikkate alınması ve uygun tedavinin bu veriler ışığında sunulması, davalı idarenin sunduğu sağlık hizmetinin yukarıda açıklaması yapılan ” Tıbbi Standart ” kavramıyla bağdaşmayacağı açıktır.
Durum böyle olunca yukarıda açıklaması yapılan ” Tıbbi Uygulama Hatası ” kavramı dikkate alınarak hastada meydana gelen görme kaybına eksik ya da yanlış bir uygulama ile sebebiyet verildiği anlaşıldığından sunulan sağlık hizmetinin kusurlu yürütülmesi nedeniyle manevi tazminatın niteliği de dikkate alınarak tazminata hükmedilmesi gerekecektir.
Bu bağlamda manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır.
Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.
Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır.
Manevi tazmin ile amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmaktır.
Yukarıda belirtildiği üzere eksik inceleme sonucu verildiği anlaşılan davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacı tarafın temyiz isteminin kabulü ile İlk derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Hekimler ve diğer sağlık görevlilerinin görevi ihmal ve taksirle yaralama suçu iddiaları ve katarakt ameliyatında doktorun sorumluluğu ile ilgili olarak Sağlık Hukuku Avukatı Harun Karadağ ile iletişime geçebilirsiniz.