Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Taksir ise dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek işlenmesidir. Dolayısıyla hekimin taksirle yaralama suçu (malpraktis), istenen bir hareketin, istenmeyen neticesinden sorumluluğu anlamına gelmektedir.
Trafik kazaları, iş kazaları, tıbbi tedaviden doğan kazalar taksirle yaralama suçu açısından en yaygın görülen örnekler olmakla birlikte, seçimlik hareketli bir suç olması nedeniyle, başkasının vücuduna acı veren veya sağlığın ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her türlü eylem taksirle yaralama suçunu oluşturabilir.
Ülkemizde sağlık ceza hukukunda en fazla karşılaşılan suç tipi hekimin taksirle yaralama (malpraktis), suçudur.
Hekimin taksirli yaralama suçu açısından sorumlu tutulabilmesi için tıbbi müdahale sırasında, bilinen ve kabul edilen tıp kurallarının ihlal edilmesi, yani zamanın tıbbi bilgisine göre gösterilmesi gereken özen ve dikkat yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi gerekmektedir. Bunun yanında, meydana gelen zararın hekimin hatasından kaynaklandığı bilimsel olarak ortaya konulmalıdır.
Bununla birlikte, hekim, kendinden beklenen dikkat ve özeni göstermesine rağmen yine de beklenmedik sonuçlar ortaya çıkabilir. Hekimler, tıp bilimi tarafından genel olarak kabul edilmiş standarda uygun bir müdahale gerçekleştirmelerine rağmen zararın meydana gelmesi halinde bu durum komplikasyon olarak nitelendirilir ve hekimler istenmeyen sonuçtan sorumlu tutulamazlar.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 21.05.2014 tarih ve 2014/12322 sayılı kararında, hekimin, doğum sırasında üzerine düşen tüm dikkat ve özeni gösterdiğini tespit etmiştir. Buna rağmen küçükte saptanan brakial pleksus lezyonu, bebeğin vajinal yoldan çıkartılması sırasındaki işlemlere bağlı olarak binde 0.5-5.1 sıklıkta görülebilecek bir komplikasyondur. Bu nedenle, sanık olan hekimin taksirle yaralama suçu yönünden sorumluğu doğmaz.
Hangi Durumlarda Hekimin Taksirle Yaralama Suçu (malpraktis), Yönünden Sorumluluğu Oluşur
Tıp biliminin gerektirdiği şekilde yapılmayan müdahalelerde tıbbi hata gündeme gelecek ve hekimin taksirle yaralama suçu yönünden sorumlulukları doğacaktır. Yargı kararları incelendiğinde, çok sayıda örnek olmakla birlikte, yanlış ilaç ve tıbbi alet kullanılmış olması, hatalı teşhis ve tıbbi müdahale, hasta ile hekim arasındaki sözleşmeye aykırı hareket gibi işlemlerin tıbbi hata kavramı (malpraktis), içinde kabul edildiği görülmektedir.
Tıbbi hatanın (malpraktis), bulunup bulunmadığının yargı makamları tarafından tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, mahkemeler hekimin taksirle yaralama suçu yönünden kusurunun bulunup bulunmadığını tespit etmek için Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu almaktadırlar.
Yargıtay, hekimin taksirle yaralama suçu yönünden çeşitli tarihlerde incelediği dosyalarda dikkat ve özen yükümlüğünün ihlal edildiğini dolayısıyla suçun oluştuğuna karar vermiştir.
Yargıtay içtihatlarına göre, gereklilik olmasına rağmen dahiliye konsültasyonu istenmeyip hastanın şeker komasına girmesine neden olunmasını, tıbbi müdahalenin hekim yerine sağlık görevlisine yaptırılmasını, hasta dosyası incelenmeden yapılan ameliyatta tümörlü göz yerine diğer gözün alınmasını, yanlış dişin çekilmesini, hastaya yanlış ilacın verilmesini, hatalı dozda ilaç kullanılmasını, yanlış teşhis işlemlerini kusur olarak kabul etmiştir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 20.12.1994 tarih ve 1994/1197 sayılı kararında, nefrektomi ameliyatı esnasında vücutta gazlı tampon unutulması nedeniyle dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edildiğine hükmedilmiştir.
Bunun yanında Yargıtay 12. Ceza Dairesi 07.12.2020 tarih ve 2020/6759 sayılı kararında, hastanın operasyon bölgesinde gazlı bez unutulması olayında gazlı bez sayımını düzgün yapmadığı iddia edilen ameliyat hemşiresi ile ameliyat sahasını kapatmadan önce yeterli kontrolü yapmadığı iddia edilen Kadın Doğum Uzmanı olan hekimin sorumluluklarını incelemiştir. Yüksek Sağlık Şurası patolojik incelemede gazlı bezin endometrial kaviteden düştüğünü gösteren bir delil olmadığı cihetle sanıklara yüklenebilecek kusur bulunmadığını mütalaa etmiştir. Yargıtay’da bu mütalaaya uygun olarak, hekimin taksirle yaralama suçu oluşmadığına karar vermiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 11.06.2013 tarih ve 2013/15909 sayılı kararında, zayıflama kliniğine başvuran hastanın yaklaşık bir buçuk aylık zayıflatılmasına yönelik tedavi sürecinde mevcut kronik kalp damar hastalığının aktif hale gelmesi sonucu hayatını kaybetmesi durumunu incelemiştir. 12. Ceza Dairesi, burada tetkiklerin eksik yaptırılması nedeniyle hastanın ölümüne bilinçli taksirle neden olmaktan hekimin sorumlu tutulması gerektiğine karar vermiştir.
Hekimin Taksirle Yaralama Suçun Açısından Sorumlu Tutulabilmesi İçin Nedensellik Bağının Bulunması Gerekir
Hekimin taksirli yaralama suçu bağlamında sorumlu tutulabilmesi için yaptığı işlem ile zararlı netice arasında nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekir. Aksi takdirde hasta yönünden istenmeyen netice ortaya çıksa da hekimin sorumluluğu doğmaz. Nitekim Yargıtay 4. Ceza Dairesi de 2001/2276 sayılı kararında, hekimin sorumluluğunun kabulü için hatalı ya da kusurlu tıbbi müdahale ile meydana gelen istenmeyen sonuç arasında nedensellik bağının bulunması gerektiğini belirtmiştir.
Buna göre örneğin, ameliyat öncesi narkoz verilme işlemi ile ilgili aydınlatma ve rıza yükümlülüğü yerine getirilmemiş olsa dahi, hasta narkoz dışında bir sebeple ölmüşse anestesi uzmanının sorumluluğu doğmayacaktır.
Bunun yanında fail olan hekimle birlikte başka şahısların eylemlerinin veya sebeplerin birleşmesi sonucu istenmeyen sonuç ortaya çıkmışsa, bu neticeye kimin eyleminin sebebiyet verdiğine bakılmalıdır. Nitekim, bazı durumlarda hekimin fiili diğer hekimlerin veya yardımcı sağlık personelinin fiilleri ile birlikte tamamlanmaktadır. Bu durumda, hekimin taksirli hareketine eklenen diğer kişilerin veya mağdurun hareketleri sonucunda nedensellik bağı kesilmiş olabilir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2009/147 sayılı kararına göre, ateşli silah yaralanması sonucu kaldırıldığı hastanede ameliyat edilen maktule ameliyat sırasında verilen 7 ünite kandan bir tanesinde bulunan hepatit virüsü bulaşmıştır. Adli Tıp raporunda, ölümün hepatit sonucu meydana geldiği, ateşli silah yaralanmasının da ölüme yol açacak nitelikte olduğu tespit edilmiştir. Yargıtay’a göre burada hekimin maktule verdiği kanda bulunan hepatit virüsü ile meydana gelen ölüm arasında nedensellik bağı bulunmayıp, ölüm maktulün silahla yaralanması sonucunda gerçekleşmiştir.
Mağdur olan hastanın uyması gereken bir takım yükümlülükleri olabilir. Bu durumda, hastanın bu yükümlülüklere uymayarak, istenmeyen neticenin meydana gelmesine sebep olması durumunda, hekimin tıbbi müdahalesi ile netice arasında nedensellik bağının bulunmadığı açıktır. Dolayısıyla hekim neticeden sorumlu tutulamaz.
Hekimin Eylemi İle İstenmeyen Sonuç Arasında Nedensellik Bağının Tespit Edilmesi
Hekimin teşhis ve tedavi kapsamındaki eylemleri ile istenmeyen sonuç arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, her olayın kendine mahsus şartları göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir.
Yargıtay bu tespiti yaparken, hekimin yükümlü olduğu tıbbi müdahaleyi tıp kurallarına uygun olarak gerçekleştirmiş olsaydı, hastanın sağlığı veya hayatı üzerinde ne şekilde etkisi olacağının değerlendirmesini yapmaktadır.
Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2013/18377 sayılı kararına göre, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun erken dönemde ameliyat kararı verilmemesinin tıp kurallarına aykırı olduğu’ şeklinde görüş belirttiği anlaşılmaktadır. Yüksek Sağlık Şurası ise raporunda, ”hastada gelişen olayların kolesistektomi sonrası gelişen komplikasyonlardan olduğu, hasta zamanında sevk edildiğinden doktorun kusurunun olmadığı; ayrıca hastaya İ.Ü.Tıp Fak. Hastanesinde mevcut koledok yaralanması için düşünülen rekonstrüksiyon ameliyatı öncesi PTK işlemi planlanmasının doğru olduğu, hastanın ölümüne PTK işlemi sonrası gelişen KC yaralanması ve batın içi kanamanın neden olduğu ve bunun da PTK işleminin komplikasyonu olduğu”, şeklinde görüş belirtmiştir. Bunun üzerine ilk derece mahkemesi beraat kararı vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi ise, sanık olan doktorun olay nedeniyle tıbbi açıdan kusurlu bulunup bulunmadığının tespitine ilişkin olarak, önceki raporlar da irdelenecek şekilde her türlü şüpheden uzak biçimde saptanması için Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınmasından sonra, sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle beraat kararını bozmuştur.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 02/10/2014 tarih ve 2014/19433 sayılı kararında, hastanede mayıs ayında yatan 16 bebekten 4’ünün öldüğü anlaşılmaktadır. Bunun yanında adli tıp uzmanı tarafından düzenlenen raporda, hastanenin hizmet sunumunda kusurlu olduğu şeklinde görüş bildirilmiştir. Yüksek Sağlık Şurasınca düzenlenen raporda da sanığın ve yenidoğan ünitesi sorumlu hekiminin kusurlu oldukları ancak bu durumun doğru bir süreç olmamakla birlikte bebeğin ölümüne neden olabilecek bir eksiklik yaratmayacağının kabul edileceği şeklinde görüş bildirilmiştir. Yargıtay’a göre, bu durum karşısında, ölüm ile hastanede tespit edilen eksiklikler arasında uygun illiyet bağı bulunup bulunmadığına dair Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak sonucuna göre sanık hakkında taksirle öldürme suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması gerekmektedir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 11.2.2004 tarih ve 2004/2055 sayılı kararında, trafik kazası sonucu hastane acil servisine getirilen ölenin, yapılan ilk müdahaleden sonra yatırıldığı ortopedi servisinde görevli sanık doktor ile hemşirenin uzun süre geçmesine rağmen zamanında ve yeterli kontrol-muayene ile ölende gelişen klinik bulgulara uygun gerekli müdahaleyi yapmadıkları anlaşılmaktadır. Yüksek Sağlık Şurası, ölüm olayında her bir sanığın 4/8 oranında kusurlu bulunduğunu belirtilmiştir. 4. Ceza Dairesi ise, Adli Tıp Kurumundan sanıkların tedavide kusur veya savsamalarının bulunup bulunmadığı, bulunması durumunda yükletilen savsama niteliğindeki eylemler ile ölüm arasındaki illiyedin belirlenmesine yönelik olarak, sanıkların sorumluluklarını yerine getirmeleri durumunda dahi ölüm olayının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkin görüş alınması gerektiğinden bahisle mahkumiyet kararını bozmuştur.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 08.12.2004 tarih ve 2004/11972 sayılı kararında, nöbetçi olan doktorun hastaneye gelip hastayı kontrol etmeden, serum ve ilaç verilmesi talimatını verdiği anlaşılmaktadır. Bir süre sonra hasta bebek hayatını kaybetmiştir. Yargıtay, sanık olan doktorun bebeği muayene ve kontrol etmemesi ile ölüm arasındaki nedensellik bağının araştırılarak, sonuca göre eyleminin görevi ihmal veya taksirle adam öldürme suçunu oluşturup oluşturmayacağının değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle kararı bozmuştur.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi 14.06.2006 tarih ve 2006/13795 sayılı kararında, müştekinin, sanık doktorun zamanında tanı koymaması sebebiyle tedavide elverişli sonuçlar alınamadığını ileri sürmesi karşısında zamanında yapılan teşhis ve tedavinin sonucu etkileyip etkilemeyeceği yönünden Adli Tıp Kurumundan görüş alınması gerektiğini belirtmiştir.
Hekimin Taksirle Yaralama Suçu ve Komplikasyon Durumu
Hekimler zamanın tıbbi standardına uygun kabul edilen nitelikte uyguladıkları teşhis ve tedaviye rağmen hasta yönünden istenmeyen zararın gerçekleştiği durumlarda, meydana gelen neticeden sorumlu tutulamazlar. Bu durum komplikasyon olarak adlandırılmaktadır.
Yargı kararlarına göre, sağlık çalışanları hatalı tıbbi uygulamalar (malpraktis) nedeniyle sorumlu tutulurken, hastada oluşan komplikasyonlar nedeniyle istenmeyen sonucun gerçekleşmesi halinde sorumlu olmayacakları kabul edilmektedir. Ancak buradaki temel sorun neyin komplikasyon sayılacağı ve komplikasyon ile hatalı tıbbi uygulama ayrımının nasıl yapılacağıdır.
Hekimler bir tıbbi müdahalede öngörülebilir sonuçların da komplikasyon olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Bunun yanında, yargı kararları incelendiğinde istenmeyen sonuçların meydana gelmesinde hekimlere atfedilebilecek bir kusur bulunması halinde, olayın komplikasyon olarak kabul edilmediği ve ceza sorumluluğuna gidildiği görülmektedir. Komplikasyon durumuna her iki meslek grubunun farklı bakması bir takım problemleri de beraberinde getirmektedir.
Yargıtay, yapılan ameliyatın beklenen iyi sonucu vermemesi halinde dahi dahi tıp ilminin kabul edilen kurallarına uygun bir müdahale yapılmış ise hekime kusur yüklenemeyeceğinden meydana gelen sonuçtan dolayı sorumlu tutulamayacağını kabul etmekle komplikasyona olan bakış açısını ortaya koymuştur.
Uygulamaya bakıldığında, hekimlerin üzerine düşen dikkat ve özen yükümlülüklerinin ihlali iddialarının genel olarak belli başlı üç alanda gerçekleştiği görülmektedir. Bunlar; hastanın teşhis ve tedavisi noktasındaki uygulamalar. Hastanın tedavi öncesi aydınlatılması ve son olarak hastane veya klinik gibi hastaların tedavi gördüğü yerlerin şartlarıdır. Bu durumlardan birisinde yaşanacak olumsuzluk malpraktis olarak kabul edilmektedir.
Taksirle yaralama eylemlerinde hekimin kusurundan anlaşılması gereken hekimin, kişisel yetenekleri ve mesleki tecrübesine göre, gerekli dikkat ve özeni gösterebilecek durumda olmasına rağmen, bunu göstermemesidir.
Mahkeme önüne gelen bir olayda, olayın malpraktis mi, yoksa komplikasyon mu olduğu meselesi tıbbi bilirkişi tarafından yapılacak bir belirlemedir. Yargıtay da, komplikasyon – malpraktis tespitinin yapılması ve hekimlerin kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi noktasında bilirkişi raporlarının ayrıntılı olarak hazırlanması gerektiği görüşündedir.
Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesi 10.02.2021 tarih ve 2021/1384 sayılı kararında, müştekinin ilk ameliyattan sonra çekilen drenin aslında çekilmemesi gerektiği, drenin çıkarılması ve safranın içinde kalması nedeniyle organlarının zarar gördüğüne ilişkin başvuruyu incelemiştir. Daireye göre, müştekiye ait tüm tedavi evrakı temin edildikten ve gerekli olması halinde katılanın muayenesi yaptırıldıktan sonra, dosyanın Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kuruluna gönderilerek, sanığın eyleminin tıp kurallarına uygun olup olmadığı, eylemi ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı olup olmadığı, gerçekleşen yaralanma neticesinin yapılan işlem açısından komplikasyon olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, meydana gelen yaralanma açısından sanığın kusurunun bulunup bulunmadığına ilişkin rapor aldırılıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 13.06.2019 tarih ve 2019/7286 sayılı kararında ise hekim olan sanık hakkında ilk derece mahkemesi tarafından taksirle yaralama suçundan verilen kararın onanmasına karar vermiştir. Bu dosyada, Yüksek Sağlık Şurası’nın raporunda; doktorun yaptığı ameliyat sonrası ortaya çıkan sinir kesisine bağlı tablonun ameliyatın beklenen bir komplikasyonu olduğu, ancak bu komplikasyonun takip ve tedavisinde doktorun özensiz davrandığı ve dolayısıyla kusurlu olduğu belirtilmiştir. Adli Tıp 2. İhtisas Kurulu’nun ve sonrasında alınan Adli Tıp Genel Kurulu’nun raporlarında benzer şekilde; özetle ameliyat esnasında radial sinir hasarının nedeninin ortaya konulması için sinir eksplorasyonu yapılmamasının ve ameliyat sonrasında ise radial sinir paralizi bulgularının artmasına rağmen sinir eksplorasyon yapılmamasının tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olmadığı görüşlerine yer verilmiştir. Ceza Dairesi bu raporlar doğrultusunda, sanığın tıp kurallarına aykırı işlemde bulunarak katılanın yaralanmasına sebebiyet verdiği ve bu suretle kusurlu olduğuna karar vermiştir.
Eylemin taksirle ya da kasıtla gerçekleşmesi, birçok yönden sanığın hukuki durumunu etkiler. Evvela, kasıt veya taksir halinde verilen cezalar farklıdır. Bunun yanında adli sicil kaydı açısından da farklı sonuçlar doğmaktadır.
Bu nedenle yaralama eylemi taksirli olarak işlenmemişse bu durum delilleri ile ortaya konulmalıdır. Elbette diğer suçlarda olduğu gibi taksirle yaralama suçu açısından da avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ancak hak kaybına uğramamak adına tecrübeli ceza avukatının hukuksal desteği önem arz etmektedir.
Taksirle Yaralama suçuyla ilgili her türlü hukuki probleminizde Sağlık Hukuku Avukatı Harun Karadağ ile iletişime geçebilirsiniz.